Dünya dillerinin en görkemli seyahatnamelerinden birinin yazarı olan Evliya
Çelebi, Osmanlı Devleti’nin gücünün zirvesinde olduğu, boğuştuğu
iç ve dış sorunların ağırlığı bir yana, coğrafi olarak en geniş sınırlara sahip
bulunduğu 17. yüzyılda yaşamış, yaşadığı çağa tam olarak şahitlik etmiş,
günümüz tabiriyle kendi zamanında ‘dolu dolu’ bir hayat geçirmiştir.
Yeni ülkeler, farklı diyarlar, yüzler, diller görerek yaşama arzusu adeta tutkulu bir
saplantı hâline gelmiş bu genç adam, ömrünün çoğunu da bu yolda geçirmiş; ölümle
burun buruna geldiği deniz kazaları, at sırtında geçen uzun ve yorucu yolculuklar,
celali ve eşkıya tehlikeleriyle dolu yollar, yamyamlar, yabani hayvanlar; iktidar ve çıkar
çatışmalarıyla dolu saraylar, ganimet elde etme ve yeni yerler görme arzusunun iteklediği
akınlar, sınır boyu çatışmaları arasında, binlerce kilometre yolu sıkıntılarla geçmeyi
göze alarak neredeyse hiç durmadan seyahat etmiş; savaşı, barışı, ibadeti ve her şeyi
seyahat edebilmek için bir vesileye dönüştürmüştü.